Pazartesi, Kasım 19, 2007
kredi kartımı kaptırdım
hırsızı gayet sonuç odaklı ve soğukkanlı bulduğumu söylemeliyim. kalabalık (çarprazımda ve karşımda benle konuşan insanların olduğu) bir masada, arkamdaki ceketten cüzdanı alıyor ve kredi kartımla kimliğimi çıkartıp aynı soğukkanlılıkla geri koyuyor.
aslında fotoğrafta giray abi'ye banka'dan gönderilen reklam mesajlarından yakınıyordum ki sonradan çok şükrettim atılan mesaja.
olayın hemen ardından panik halinde kredi kartımı kapattırdım ve karakola giderek tutanak tutturdum.
yapılan alışveriş şifresiz olduğu için yapılan harcama kadar geri ödeme yapıldı 3 hafta içerisinde. sanırım olan teknosa'ya oldu ki bence böyle olması çok da adaletli. normalde teknosa'larda şifresiz alışverişe izin verilmezken bu teknosa'da izin veriliyor oluşu, ve aynı teknosa'da daha önce de benzer olayların yaşandığını öğrenmem "içeride adam mı var?" şüphesini insanın aklına getirmiyor değil.
gelen uyarı mesajı sayesinde olayın yaşandığı an saniyesi saniyesine bilinirken ve o kadar güvenlik kamerası olan bir alışveriş merkezinde hırsızı yakalayamamak gercekten zor. teknosa, mağazalarındakı kameranın süs olduğunu ve kayıt tutmadığını, cevahir güvenliği de kendi kameralarının döner kameralar olduğundan bu tarz anlık olayları yakalayamadıklarını belirtti. ya güvenlikler gerçekten göstermelik, ya da insanlar fazla uğraşmak istemiyor bu tip vakalarla. banka müşterinin zararını karşıladığından müşteri de çok peşinden koşturmuyor anladığım kadarıyla.
kimliğimi kaptırdığıma daha çok üzülüyorum şu an, çünkü olaydan bir hafta sonra internet üzerinden berlin'de bir alışveriş yapılmaya çalışılmış, bu da kimliğimin kart ile birlikte satıldığı şüphesini uyandırdı bende.
bu arada garanti bankası müşteri hizmetlerinden edinemeyeceğiniz bir takım faydalı bilgileri de paylaşayım tecrübe edinmişken, kredi kartınızı kapattırdıktan sonra alışveriş itirazı için bir dilekçe fakslamanızı istiyorlar bir numaraya. bu dilekçeyi elle yazmamanız gerekiyor (ki bu ayrıntıyı sizle paylaşan olmuyor), bir de tutanak göndersem olur mu demiştim ben, olur demişlerdi, buna da inanmayın, bir hafta sonra kendinizi dilekçe yazarken bulursunuz ki dilekçeyi elle yazdığınızdan 1 hafta boyunca hergün dilekçe gönderip bir türlü ekranlarına düşmesini sağlayamazsınız (neyse ki 45 günlük itiraz süresi var.)
niye bu devirde faksla iş yapılmaya çalışılıyor akıl sır erdiremedim. sürecin başlayıp başlamadığından herhangi bir şekilde haberdar olamıyorsunuz, ancak süreç sonlanınca durum belli oluyor. ve sürekli müşteri hizmetleri "dönücekler size" telkinlerine devam ederek sinirinizi zorluyor, arkadaşım süreç başlamadıysa niye dönsünler bana, soruşturmanın başlayıp başlamadığını öğrenmeye çalışıyorum.
başıma gelen her hırsızlık olayından sonra hayatıma yeni paranoyalar ekliyorum, evime hırsız girmesi ardından, yatarken cüzdanımı, telefonumu saklar olmuştum, artık cevahir'de yürürken de herkese hırsız gözüyle bakmaya başladım.
Pazartesi, Kasım 05, 2007
haftasonu ggk seminerleri
bu haftasonu ggk'nın düzenlediği iki seminer vardı:
* Kablosuz Haberleşme Ağları (Dr. Melik Şah Ertuğrul)
* Kalite mi teknikten, teknik mi kaliteden? (Özay Civelek)
ilkine bekir ve alper ile beraber gittik. kablosuz ağlar konusunda
genel bir fikir edinmek için oldukça faydalı bir seminerdi. kendi
adıma en büyük kazanımım ise ubicom diye bir şirketin varlığından
haberdar olmuş olmamdı. bu tip firmaları duymak çok kolay değil
(muhtemelen genelde devletle iş yaptıklarından), ünleri kulaktan
kulağa yayılıyor. öğrenciliğim sona erdiğinde tam zamanlı işlere
bakınırken algım daha çok haberleşme ve gömülü programlama ile ilgili
işlere açıktı. o zamanlar ubicom'un varlığından haberdar olsaymışım
ilaç gibi gelirmiş. gerçi parkyeri'ne girdiğim için de gayet memnunum.
ikinci seminere bekir ile beraber gittik. özay bey'in yaptığı sunum,
sonrasındaki tartışmanın açılış konuşması tadında geçti. seminerin isminden
olsa gerek katılımcı sayısı azdı ancak gelenler de hep sektörde
tecrübe sahibi olan insanlar olduğundan, gerek aralardaki sohbetler
gerekse tartışma sırasındaki paylaşımlar insanı geldiğine pişman
etmedi.
sektörün ne kadar farklı alanlarında çalışıyor olursak olalım
problemlerin aynı olduğunu gördüm. proje yönetimi hepimizin kanayan
yarası.
sunum sonrası tartışma'da "türkiye'de nasıl yazılım tutar" sorusuna
cevap aradık. göçebe toplum olduğumuzdan, uzun vadeli düşünenin
olmadığından, düşünmeye niyetin varsa da uzun vade plan yapılabilecek
bir ortam olmadığından dem vuruldu. ben emre sokullu'nun tespitini
gündeme getirerek, henüz türkiye'de basın-girişimci-yatırımcı
üçgeninin oluşmamasının önemli bir engel olduğunu savundum. google,
youtube, facebook'un hükümet politikası doğrultusunda çıkarılan başarı
hikayeleri olduğunu, bizde basında bir mynet'in bir ekşisözlük'ün
değerinin konuşulmadığını dile getirdim.
kişisel olarak o kadar da umutsuz bakmıyorum aslında, çünkü gördüğüm
kadarıyla düğmeye çoktan basıldı türkiye'de de. fikir patlatma odaklı
şirketler kurulmaya başlandı, kurulmuş şirketler odağını fikir
patlatmaya çevirmeye başladılar. yerli melek yatırımcılar yavaş yavaş
ortaya çıkıyor. televizyonda teknoloji kanalları çoğalıyor. yani
basın-girişimci-yatırımcı üçgeninin oluşmasına o kadar da uzun zaman
yok sanki. yakın zamanda meyvelerini toplamaya başlarız.
arada programlamaya yeni başlayacak olan bir arkadaş "hangi dili
kullanıyorsunuz? hangi dille başlasam?" gibi sorular soruyordu. RFC ve
W3C okumasını önerdim kendisine. pek önemsemedi, ben de "dilden ziyade
standartlara ve protokollere odaklanmak lazım" diye tavsiyeme devam
ettim. ama yine de çok etkili olabildiğimi sanmıyorum. bekir "birşey
yazmamış adama standart-protokol vs. okutamazsın" diye bir görüşte
bulundu. çok katılmıyorum bekir'e aslında, üniversitelerde hocalar
"C'de şunu yap" diye ödevler vermek yerine, "şu" kısmını varolan
RFC'lere bırakıp, C diye belirtmeseler ve ödevi şu şekilde verseler
"şu RFC'nin şurasının istediğin dili kullanarak uygulamasını yaz",
belki insanların düşünce yapısını değiştirmek mümkün olur. ben kendim
de önce dil öğrenen bir insan olarak, önce standartları ve
protokolleri okusaydım gelişimim daha hızlı olurdu diye düşünüyorum.
kendi adıma bir diğer kazanım da bir başka web2.0 girişimi olan
bisorusor.com'dan haberdar olmuş olmamdı. bisorusor'u forumlardan,
usenetten ve "yahoo answers"'tan farklı kılan detaylı istatistikler
eklentiler sunması. başka bir yerden bire bir kopya olmayan bir web2.0
girişimi olduğu için heyecanlandım, hayırlısı diyorum.